Sosyal antropoloji hayatın orijini nedir? Termodinamiğin ikinci prensibine göre bir enerji şekli bir başka enerji şekline çevrilirken arada bir kısım enerji kaybolur. Bu görüş açısından bakıldığında canlı organizmaların kendiliğinden meydana gelmesi imkansız gibi görünmektedir. Çünkü canlı organizmalarda her çeşit aktivite ve oluşum bir enerji artımını gerekmektedir. Gerek tek hücreli ve gerekse çok hücreli komplike canlılar moleküler organizasıonları için enerji depolarlar.
1934 yılında H.C.Urey, kendisine Nobel ödülü kazandıran şu denemeyi yaptı. İçinde su, hidrojen, amonyak ve metan gazı bulunan bir kabın içinden arkadaşu Dr. Stanley Miller‘ın teklifiyle elektrik akımı geçirdi ve bu arada hararetin 80°-90° santigrad arasında bulunmasını sağladı.
Bu deneme sonucunda aralarında canlı organizmada da bulunan 25 çeşit aminoasit elde edildi. En önemli yanı da bu aminoasitler elde edilirken kabın içinde serbest oksijen bulunmaması idi.
Bu araştırma başlangıçta bilginleri hayatın tüp içinde gerçekleştirilebileceği gibi bir kanaate götürdüyse de sonraları bunun boş bir hayal olduğu anlaşıldı.
Bu konu üzerinde tartışmak üzere 1957’de Moskova’da toplanan bir bilginler heyeti hayatın varolması için şu dört şartın gerekliliğini ileri sürdü:
1- Ortamda bol ve serbest hidrojen bulunmalı ve bunun yanı sıra oksijen çok düşük oranda veya hiç olmamalıdır.
2- Ultraviole ışınları tarzında bir enerji yeterlidir, moleküler rekombinasyon için enerji birikimi olmalıdır veya volkanik püskürme ile çevre yeteri kadar ısıtılmış bulunmalıdır.
3- Canlı organizmanın geliştirilmesi için uygun organik bileşikler yukarıda sayılan ortamda birikmiş olmalıdır.
4- Atmosferdeki hidrojen tedricen azalmalı ve oksijen satürasyonu artmalıdır.
Bu safhada her ne kadar organik bileşiklerden bahsedilebilirse de henüz canlı organizmadan söz edilemez. Oksijen oranının giderek artması karşısında bu çok sayıdaki organik bileşiklerin hepsi ortadan kalkarken bunların içinde bir tür organik bileşik kendisini oksijenli bir ortamda yaşatacak bir adaptasyonu keşfetti. Diğer formlar süratle elimine oldu ve daha sonraları Fotosentez olarak adlandırılacak olan bu hadise ile enerji depolayabilen ve organik madde üretebilen ilk bitkiler yeryüzünde görülmeye başlandı. Fotosentez yolu ile karbonhidratların reduksiyonu ve serbest oksijen bu bitkilerin (bunlar tek hücreli idiler) biricik enerji kaynağı idi. Oksijen artımı bizatihi teneffüs sistemi ola canlıların gelişmesini elzem kılmıştır. Porphyrin‘in klorofilin bir prekürsör olduğu ve yeryüzünde fotosentez yapabilecek biricik bileşik bulunduğu bilinen bir gerçektir. Ancak organik bileşiklerden bir türün bu gün için bilinmeyen şartlar ve imkanlar içinde canlı bir nebat hücresi olarak gelişmesi ve bu hücrenin cansız organik molekülleri asimile ederek kendisi için gerekli enerjiyi depo etmesi ileri sürülmektedir. Daha sonraki bir devrede bu canlı bitki hücreleri gene kendileri gibi canlı bitki hücrelerini yeme ihtiyacını kazanmıştı ve ilk kanibalistik yamyamsı davranış tipi ortaya çıkmıştı.
Bir Cevap Yazın